Social Icons


Kavaklı mahallesinde Bursa’nın Kavaklı caddesi vardır. Burçüstü şehri tepeden görür. İşte tam orası. Dünyada minicik bir nokta.

28 Şubat 2015 Cumartesi

"Mekanın Bursa Olsun Anneanne"


Şubat 1932 doğumlu olan anneannemin annesi Bursalı. Dün anneanneme "Bursa'ya gidiyorum" dediğimde, çocukluğunda gittiği ve hatıralarının en güzel yerinde sakladığı, anneannesinin havuzlu evinden bahsetti. Kitap Evi Otel'e geldiğimde bahçesindeki o minik havuzu görünce içim bir tuhaf oldu. Anneannemin bahsederken gözlerinin içi parladığı o anı anımsadım... 
Otel görevlisi "Kahvaltınızı bahçemizde almak ister misiniz?" demese, ayakta saatlerce o havuza bakabilirdim.
Minik serçelerin, insanlardan çekinmeden havuzdan su içmesi eşliğinde, çok güzel bir kahvaltı yaptık. Bu bahçede sanki zamanı durduran bir şey vardı, saatlerce oturuyor olduğumuzun farkına ancak küçük kızımın telefondaki öfkeli sesi ile farkına varabildim; "Neredesiniz saat öğlen oldu, hani vardığınızda arayacaktınız." Evet, bu bahçede gerçekten zamanı durduran bir şey var! Ve ben çok şanslı olduğumu hissediyorum ki kaldığımız odamız, bahçe manzaralı, içerisinde harika bir şöminesi olan, tam da anneannemi gençlik yıllarına götürecek bir oda...Ya o gardrop?... Sanki anneannemin yıllar önce kullandığı gardrop...
Bu kez farklı bir gezi olsun istedim. Anneannemin Bursa'sını gezmeye karar verdim. Otelimiz şehir merkezinde yer aldığından anneannemin Bursa'sı buralarda bir yerlerde saklıydı, hissediyordum. İlk durak; anneannemin Bursa'ya ayak bastığı yer, 'Şeref Garajı'. Otelimizden çıkıp Ulucami'ye vardığımızda sorduğumuz, kimse bilmiyordu. Hatta Turizm Danışma Bürosu'na dahi sordum, bilen olmadı. Hayal kırıklığıyla otelimize geri döndük. Daha ilk adımda anneannemin Bursa'sına ulaşamamıştım. Ama yılmaya da niyetim yok!

Yüksek duvarların çevirdiği, zamanı durduran bahçede tek başıma oturmuş, internetten Bursa Şeref Garajı'nı aramaya başladım. Umutsuz bir haldeydim ve ne yazık ki bir bilgiye de raslayamıyordum. Otel çalışanlarından birinin uzaktan beni izlediğinin farkına vardım ve son bir ümitle ona sormaya karar verdim.

"Ulucami'nin de bulunduğu Atatürk Caddesi boyunca yürüdüğünüzde yol ikiye ayrılacak, sağ taraf Setbaşı'na gider, sol taraf İnönü Caddesi'ne iner. İnönü Caddesi'ne girin ve aşağıya doğru yaklaşık kırk-elli metre yürüdükten sonra solunuza Hüzmen Plaza denk gelecek. Aradığınız Şeref Garajı işte o alan üzerindeymiş yıllar önce..."
Benim güzel anneannem, senin Bursa'nı buldum!
Mutluluk içinde merakla sordum; "Bugün kaç kişiye sorduysam bilen olmadı. Bu bilgiye sahip olmak için de çok genç değil misiniz?"

"Bursa; kimine göre tüm zamanların güzel şehri, kimine göre ulu bir şehir ve kimine göre de bir sürgün şehri. Roma ve Bizans döneminde başlamış sürgünler Bursa'ya. Çok sayıda aydın sürgün edilmiş. İstanbul başkent olunca bu gelenek Osmanlı'da da devam etmiş. Ve yine ulema adı verilen Osmanlı aydınları sürgün edilmiş. Şeyh Bedrettin, İznik tutsağı Sinan Paşa (Fatih'in veziri), Türkiye'de ilk gazeteyi çıkaran Agah Efendi, ünlü gazeteci ve edebiyatçı Süleyman Nazif, Ferik İbrahim, Mevlanazade Rıfat ve daha niceleri. Askeri sürgünler daha çok Girit ve Rodos'a yapılırmış. Nedeni ise Bursa'nın İstanbul'a ne çok yakın ne de çok uzak olması, göz önünde tutmak istemeleri biraz da aslında. Cumhuriyet döneminde de sürgünler devam eder ve yine aydınlar; Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Deniz Gezmiş, Aziz Nesin... Aziz Nesin bu sürgün yıllarını 'Bir Sürgünün Anıları' isimli kitabında yazar ve yayınlar." Restorant bölümünde yer alan kitapların arasından bir kitap çıkarıp getirdi. "Arzu ederseniz alıp okuyabilirsiniz." dedi.


Anneannemin anlattıklarını destekleyen bir çok ortak anlatımla karşılaştım. Şeref Garajı, Halk Evi, Ulucami'de verilen Kur'an dersleri ve anneannemin gelinlik çeyizim dediği İznik gölünün ay ışığı altındaki o romantik silüetinin olduğu ipek yastık... Meğersem o ipek yastıklara bu resimleri çizen Aziz Nesin'miş. Kim bilir anneannem gibi kaç kişi o ipek yastıklarda yer alan bu yağlı boya resimleri Aziz Nesin'in yaptığını bilmeden saklıyordur hala?..

Bu kez Bursa seyahatim Kitap Evi sayesinde anneannemin Bursa'sına oldu. Kitapları süs olarak kütüphanelerde saklayanların aksine okuyan ve okutan bir otel. Kitap Evi ve çalışanlarını yürekten kutluyorum. Teşekkürler Kitap Evi bana anneannemin Bursa'sını tanıttınız.


"Mekanın Bursa olsun anneanne!"

16 Mayıs, H.A.

26 Şubat 2015 Perşembe

"Edep Ya Hu"

Kitap Evi’nden Tahtakale’ye doğru yürürken, kapıya gelmeden çıkar karşımıza bir sürü kabir. Bu toprakların kültürüdür ya, ölümün yaşam gibi sükunetle kabullenişi neredeyse her evin bahçesi. Demir parmaklıklar ile çevrilmiş küçük mezarlıklara bakıyor. Artık iyice birbirinin içine girmiş ev taklidi yapan betonlarının arasında sıkışanı da var, birkaç bitki veya kıyıp da kesemedikleri bir servinin gölgesinde, insana " ne çok mezar ne çok huzur" dedirteni de...

Daracık aralık sizi yolların birleştiği meydancığa çıkarıyor. Bir tarafta beton apartmanlar, hemen karşısında küçücük bir cami, türbe ortasında tarikata mensup kişilerin kabirleri. 1490 yılında İnebey Çarşısı üzerinde Araplar Mahallesi’nde doğan, asıl adı Mehmed Muhyiddin olan zat. Çocukluğundan itibaren dönemin tasavvuf ehli hocaları ile yetişmiş ve kendisi de bu yola yolcu olmuş. Sesi öyle güzelmiş ki Ulucami’de ezan okuduğu için, cami yöneticileri kendisine bir maaş takdir etmişler. Kabul etmiş ama daha o gece rüyasında "mertebenden Üftade Oldun (düştün)" uyarısı alınca, tasavvufta 'hasbilik' mertebesinde karar kılarak kendisini Hak yolunda ilim irfan yöneticiliğine adamış ve halk arasında, halktan kopmadan Hak yolunda ilerleyerek Üftade Hazretleri olarak anıla gelmiş.

Tarikatın usul, adab ve ayininin icrası için 1579 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman izni ile, kilise temelleri üzerine bu camiyi yaptırtmış. Çeşmesi, semahanesi, çilehanesi, eğitim verilen yeri ve hazeresi ile bir külliye oluşturmuş. Celveti Tarikatı’nın piri olarak Divan, Vakıat-ı Üftade, Hutbe Mecmuası gibi eserler vermiş, şiirleri bestelenmiş. Uzun ve bereketli ömür sürmüş ve 1590 yılında Hak’ka yürümüş. 

Bugün semahaneden iz yok. Bursa’nın uğradığı felaketler ile zaman zaman yıkılmış ise de her seferinde bir şekilde ayağa kaldırılmış. Halen bağışlar sonucu Kur’an eğitiminin verildiği bir beton bina, külliyenin o günkü amaçları doğrultusunda bir eğitim verilen yer olarak ayakta. Amaç iyi de! Külliyenin üzerinde bulunduğu sur, olabildiği kadar düzenlenmiş. Kitap Evi önündeki gibi duvar değil de demir parmaklık bırakılması, Tahtakale’ye inen merdivenler için uygun olmuş gerçekten. Ancak ne yazık ki türbe restorasyonu için aynı şey geçerli değil. Restorasyon öncesi daha sahici ve mistik hava taşırdı içerisi. Hazretin türbesine ilk adımınızı attığınızda, ilk göze çarpan "Edeb Ya Hu" yazan levhaydı. Şimdi Arapça yazan levha, büyük süslü hat ile yazılmış duruyor. "Heyhat!" Aynı mı? Sadece "Edeb Ya Hu" ile anlatılabilir Üftade Hazretleri’nin vakıf olduğu sırlar. İçiniz titrer, sadece hissetmekle bile. Ve hiç bir yere yakışmamıştır bu söz, Üftade Hazretleri’ne yakıştığı kadar.

Küçücük bırakılmış bu yazı son gittiğimde... Belli ki buralara dokunanların içine dokunmamış bu söz! Oysa ne denli ihtiyacımız var bu günlerde "Edeb Ya Hu" diyerek, içimize bakmaya... 
Uğrayın arada sırada, Üftade Hazretleri Türbesi insan olana iyi gelir.

13 Şubat 2015 Cuma

Sen seversin böyle yerleri



Yıllar önce ilk defa tanışmıştım seninle Kitap Evi!

Sevgili Bursa'lı arkadaşlarım "sen seversin böyle yerleri" diyerek, Bursa'da ilk defa sana getirmişlerdi beni.




Yıllar geçti, bir iş seyahati neticesinde merak ettim. Acaba o güzelim sen 'Kitap Evi' hala aynı şekilde duruyor muydun? Ama bu sefer rehberim yoktu yanımda. Saatlerce dolaştım ve buldum seni. Değişmiştin. Artık sadece bir Kitap Evi değil, butik bir otel olmuştun. Bir an hayal kırıklığı yaşadım; seni de bozmuşlar diye üzüldüm... Ama güler yüzlü, hoş sohbet arkadaşların, senin yeni halini bana tanıtınca tekrar şaşırttın beni.

Ve aradan bir kaç yıl geçtikten sonra, benim için ayrı bir yerin olduğu için, tek başıma seni yaşamak istedim. Seninle yaşamak ve sırf seninle bir gece geçirmek için Bursa'ya geldim. Bana bu Cumbalı Oda'dan Bursa'yı anlattın bu gece. Bahçende Kızık Beyleri'ni ve Kızık yerleşkelerini kitaplarından seçerek izah ettin. Seni ilk gördüğümde çok sevmiştim ama şimdi aşık oldum.


Ellerinize sağlık Dilek Hanım. Bu güzelliği ortaya çıkarttığınız için size ve sizinle birlikte bu güzelliği yaşatan tüm fikirdaşlarınıza ve çalışanlarınıza teşekkür ederim.

14 Haziran, Perşembe
D.Ç.

Yavuz Sultan Selim ve Tarhana Çorbası

Yavuz Sultan Selim Çaldıran Savaşı'na giderken ordunun kamp kurup istirahat ettiği bir bölgede tebdil-i kıyafet ederek derviş kılığına girer. Kimseye haber vermeden geç saatte ordugâhtan ayrılır. Köylülerin yaşam şartlarını merak etmektedir. 

Bir köye girer ve gözüne kestirdiği bir evin kapısını çalar. Hane sahibi kapıyı açınca karşısında peşmürde bir derviş ile karşılaşır. Gerçi kendi halleri de pürmelâldir ama tanrı misafirine buyur etmemek olur mu?.. 

Hane halkı yaslağaç etrafında akşam yemeği yemektedirler. Sofrada sadece kara ekmek ve bir çorba kasesi vardır. Tanrı misafiri hemen sofraya oturtulur. Ancak hane halkı Yavuz'un davranış ve hazametinden şüphelenir. Ordugâh da yakındadır. Padişah olduğunu anlarlar, sofralarının fakirliğinden utanıp "af buyurun padişahım somun ve darhane çorbamızdan başka yiyeceğimiz yoktur" derler.

Çorbanın lezzeti padişahın çok hoşuna gitmiştir. Hane halkına iltifatta ve ihsanda bulunur. İstanbul'a dönünce lezzetini unutamadığı bu çorbadan devamlı yaptırır. İşte bu fakir evin 'Darhane' çorbası halk ağzında olur 'Tarhana' çorbası. 

Tarhana çorbası gibi nice lezzetleri dünya mutfağına katan uygarlıklar ülkesi Türkiye'miz insanı, en yüksek damak zevkini yakaladığı Türk Mutfağı'nı, dünyanın beğeni kazanmış sayılı mutfakları arasına sokmuştur.


kaynak: Bursa Araştırmaları Dergisi, 
Sayı:4 - Şubat 2004, sayfa:40

11 Şubat 2015 Çarşamba

Bursa'da Mimar Sinan Eseri Neden Yok?


Bursa'da Mimar Sinan Eseri Neden Yok?

Kitap Evi konuklarımızdan Amerikalı çift ile çatı odamızda Bursa ovasına karşı sohbet ederken iç mimar hanım sordu, "Bursa'da Mimar Sinan'a ait hangi eserleri görebiliriz?" diye...



Osmanlı'nın gözbebeği Bursa'da sadece bir han var, Galle Han ya da bilindiği üzere Tahıl Hanı olarak anılan, Cumhuriyet Caddesi ile İnönü Caddesi'nin kesiştiği köşe, Yiğit Köhne Camii karşısında birkaç duvarı ve odası kalan ve Alizade Paşa Kervansarayı olarak da bilinen yapı. 16. yüzyılda Kanuni'nin sadrazamlarından Semiz Alizade Paşa tarafından, adından da anlaşılacağı üzere buğday, arpa gibi tahılların satıldığı bir nevi borsa olarak yapılmış. 1855 depreminde büyük zarar gören hana asıl zararı 1906 yılında açılan Cumhuriyet Caddesi vermiş. Kervansarayın tam ortasından geçirilen yol ile ikiye bölünen han kaderine terk edilmiş, yıkıntılar eklentiler ile bugüne sadece birkaç duvarı ile gelmiş. Son yıllarda belediyelerin o hoyrat restorasyon çılgınlıklarından da payını alan Galle Han, tek Mimar Sinan eseri! Tuhaf değil mi?

Araştırmalardan öğreniyoruz aslında 2.Selim, bahtsız şehzade Mustafa'nın türbesini yaptırmak için Mimar Sinan'a haber etmiş, "Olmaz Hünkarım!" demiş Koca Sinan. "Bu Ulu Şehrin ecdadımızdan kalan, içine sinmiş bir ruhu var. Asya dan yola çıkıp Selçuklu'ya, oradan Osmanlı'ya uzanan ruh; bu şehirde elle tutulur, gözle görülür. Ben bunun üzerine söz söyleyemem. Siz uygun görürseniz  bu görevi başka bir mimar kulunuza verin." Ne kadarı doğru bilemeyiz ama anlatılmak istenene eşlik etmesi için hoş bir hikaye! Hüzünlü ama onur ve gurur yüklü bu anlatımlar değil mi şehirleri şehir yapan, Biz de kaptırıp kendimizi Bursa'nın namına anlatıyoruz konuklarımıza, ta ki yüzlerindeki o pek de inanmayan müstehzi bakışı yakalayana dek...
Onların baktığı yere ovanın orta yerindeki TOKİ'lere baktık, sonra Kitap Evi önündeki sahte surlara... Anlayabilmek ya da anlatabilmek bir devri, yağma ve talan devrini... Ki bu öyle bir devir ki Timur'un orduları bile bu zararı vermedi şehrimize.

Usulca, hadi içeri girelim dedik konuklarımıza...
İçeride kitaplar var, müzik var...
Başka zamanlarda uyanmak üzere, oyalanalım!

5 Şubat 2015 Perşembe

Orhan Gazi'nin konağının bahçesinde yürüyorsunuz

Kitap Evi'ne Kavaklı Caddesi'nden gelirken camiden sola dönersiniz. İlerlemeyin de, sağa bakın bu kez; evet, üzerinde 1326 tarihi olan küçücük cami avlusunda, tüm semte adını veren, bu bir zamanların ulu çınarı. Dolgu maddeleri ile de olsa hala ayakta, çınar ağacına 'KAVAK' der Türkmenler.
Osmanlı'nın Kuruluş yıllarında Horasan'dan gelen, Geyikli Baba olarak anılan, Derviş'in diktiği Çınar! Rivayet odur ki; bir geyik üzerinde sırtında postu, belinde kocaman kılıcı, bazılarına göre elinde taşıdığı kocaman kaya ile önce ödünü patlatırmış düşmanlarının. Fetih'ten sonra Uludağ eteklerinde inzivaya çekilmiş geyikleri ile birlikte, Allah'ın kulu olarak yaşamaya... Fakat hoş sohbeti ve bilgeliği 'Baba' olarak anılıp, ziyaret edilen dergaha çevirmiş yaşadığı yeri.

Methini duyan Orhan Gazi de hayır duasını alıp, sohbet için davet göndermiş. "Zamanı değildir" yanıtını alınca, tevazu göstermek gerektiğini düşünmüş ki kalkıp kendi gitmek istemiş ama yine geri çevrilmiş 'zamanı değildir' diye. O günlerin hünkârları farklıymış bugünün saltanat sahiplerinden... Saygı duyup Bilge'lere, acaba neden diye içleri içlerini yiyerek sabırla beklerlermiş davete icabet gününü...
Gerçi o günün bilgeleri de koşarak gitmezlermiş ya konağa, saraya!

Zamanı geldiğin de, dergahından bir ağaç yüklenip ziyaretine gelmiş hünkarın ve elleriyle dikmiş bu çınar ağacını hünkarın konağının bahçesine... "Devletin bu ağaç gibi kök salsın, dalları uzaklara ulaşsın" diyerek. İşte o ağaç bugün önünüzde durduğunuz bu ağaç.
Çınar kesin bu ise, erenler bu çınarı hünkarın bahçesine ektiyse, siz şu an Orhan Gazi'nin konağının bahçesinde yürüyorsunuz. Koskoca ecdadın oturduğu yerlere böyle mi sahip çıkılmış, bu 'sözüm ona' geleneklerini çok önemseyen halkım, hangi geçmişe sahip çıkmış diye söylenmeden, siz yine Kavaklı Camii'nden burç üstüne doğru yürüyün.

Kavaklı Mahallesi'nde Bursa'nın burç üstü şehri tepeden görür...
İşte orası; dünya da minicik bir nokta.
Uğrarsanız, kahve eşliğinde, bir ateşin başında hikayenin tamamını getiririz belki.
Kimbilir?

Paylas

3 Şubat 2015 Salı

Bu konak ne zaman yapılmıştı acaba?

Ayın 23'ü
Günlerden Pazartesi
Saat:15:42

Pencereden surları seyrediyorum. Bir zamanlar askerler mi vardı buralarda şehri bekleyen? Belki tam karşımdaki köşede bir asker surların üzerinde oturmuş gecenin karanlığında yıldızları seyrediyordu. Öbek öbek yıldız kümeleri, asmadan sallanan üzüm salkımları misali asılıyordu gökyüzünde. Nişanlısını mı düşünüyordu acaba? Parlayan yıldızlardan onun saçlarına serpiştiriyordu belki. Ya da belki saçlarını hiç görmemişti. Dantelli yemenisini sıkı sıkı doluyordu başına belki de sevdiği. Adam belki sadece tahmin ediyordu; belki yüzü güneş gibi parlayan yarinin saçlarının yıldızlardan başka bir şey olamayacağını düşünüyordu.


Ya da, belki puslu bir geceydi. Uludağı'nın eteklerine konuşlanmış düşman ordusundan haber getiren casus 'dikkat' alarmı vermişti. Surların arkasına dizilmişti belki okçular. Sis yüzünden ovayı bile göremiyorlardı belki. Gözlerinde suskun ama cesur bir parıltıyla sessizliği dinliyorlardı.


Bu 'konak' ne zaman yapılmıştı acaba? Broşürde 1800'ler ibaresi var ama kesin tarihi belli değil. Acaba hangi hayallerle, hangi ümit ve heyecanlarla yaptırmışlardı burayı yaptıranlar? Babasının, nazını çekmekten iç usanmadığı biricik kızı, "ben Ulucamii'ye bakan bu odayı istiyorum babacığım" demişti belki. Erkek kardeşlerden biri itiraz etmiş olabilirdi. Ama babası muhakkak kızının tarafını tutmuştu.  

Daha sonraları hayırsız bir adama düşmüştü babasının bir tanesi. Belki de adı İnci'ydi; babasının incisi. Ama kocasının incisi olamamıştı. Elindeki elmasın değerinden bihaber kaşıkçı misali hoyratça yaralamıştı İnci'yi. Bu odada akıtmıştı inci gözyaşlarını belki de. Şu pencerenin önünde Ulucamii'yi seyrederek dua etmişti.


Babası hayatta olsa izin verir miydi incisinin üzülmesine. Kaderim böyleymiş deyip derdini sadece Uludağ'a anlatmıştı İnci; belki de onu babasına benzettiğinden. Babası gibi heybetli, dimdik ama müşfik.


Belki de bu duvarların bambaşka bir hikayesi var. Belki hep kahkahalar çınladı bu odalarda. Yıllar sonra pansiyon olarak kiraya verildiği zaman bile, eskinin neşeli günleri ayakta tuttu bu konağı. Üstünden bir yangın geçmiş olmasına rağmen, o neşe sayesinde ayakta kaldı ve surların üstünde heybetiyle insanları büyüledi. Bu yüzden belki de birileri buraya gönül verdiler, emek verdiler ve tekrar yaşanılır hale getirdiler.
İster hüzünlü olsun hikayesi, ister neşeli, gerçek şu ki bu konağın sahipleri, özel bir mazhara ikram olmuş kişilermiş. Bursa ayaklarının altına serilmiş. Onlar bunun kıymetini bildiler mi bilemeyiz ama büyük şehirlerin birbirinin balkonuna bakan ederinde yaşayan bizler, bir evin önünün alabildiğine açık oluşunun ne denli değerli olduğunun farkındayız. Sanırım burayı yeniden düzenleyenler de bunun farkındaymış. Bu farkındalık güzelleştirmiş burayı.
Paylas

2 Şubat 2015 Pazartesi

Kültür Şahidi Bir Ev


Binlerce yıl önceki yaşamlara şahitlik etmiş, Bursa'nın Tophane Semti'ndeyiz. Yeni restore edilmiş tarihi surlarının üst kısmındaki taş kaplı yolda yürürken bir yapı dikkatimizi çekiyor. Sivil mimari örneği, bir Bursa evi ile karşı karşıyayız. Şık tabelasında "Kitap Evi Otel" çift kanatlı ahşap kapısının üstündeki minik tabelada ise "EVDEYİZ" diye bir yazı.


Daha içeri girmeden özel bir yer olduğu anlaşılıyor. Kırmızı halılarla kaplanmış bakımlı ahşap merdienlerden, antikalarla dolu bir salona iniyoruz. Kışın kahvaltı ve yemek salonu olarak ya da şömine karşısında derin sohbetlerin yapılacağı bir mekan burası. Masalar, sandalyeler, koltuklar ve aksesuarlar bizi geçmiş yıllara götürüyor. Derken salonun kapısından bahçeye çıkıyoruz. İğde ağaçlarının kokusu bahçedeki rengarenk çiçeklere karışırken, içimizi tatlı bir huzur kaplıyor.


Sanki 30-40 yıl öncesinde, bir evin bahçesindeyiz. Yüksek taş duvarlarla kaplı bahçede, dış dünya ile bağlantımız kopuyor. Beyaz boyalı demir sandalyeler, mermer masalar, fıskiyeli havuz, duvarlarda İzniki çinisi tabaklar, hepsi buram buram geçmişi yaşatıyor... Büyük cam kadehlerde sunulan şarap, yanında çeşit çeşit peynirler... " Bu kadar keyif yeter", diyerek odaları merak ediyoruz. Evin saibi Dilek Çelebi ve ODTÜ'lü iki mimar arkadaşla, bu güzel evi dolaşmaya başlıyoruz...

                   
              

Her biri ayrı ayrı karaktere sahip olan odalarda farklı farklı halet-i ruhiye içindeyiz. Odanın biri daha romantik, diğeri daha büyük. Birinde banyodaki duşa ilave olarak ortada bir küvet. Bazıları bahçe manzaralı ve şömineli. Çatıdaki suitde ayrı bir eda, alt kattaki odada hamam sefası. Her birinde başka bir ruh hali, ortak noktaları şıklık ve nostalji. Bu ortamın yaratılması için az uğraşılmamış. Bazı eşyaların alınması için Hatay'a bile gidilmiş. Mobilyaların bir kısmı aile yadigarı, bir kısmı da İstanbul'daki antikacılardan alınmış ve hepsi yenilenerek kullanıma sunulmuş.

Ev sahibi tarafından merakla beklenen restorasyon ve dekorasyon notumuz, yüz üzerinden yüz. Düşünen, tasarlayan, uygulayan ve emeği geçen herkese, böyle bir yer kazandırdıkları için teşekkür ederiz.

Kitap satışının yapıldığı, yenilip içildiği, sanatçıların, Bursalı'larla buluştuğu, kültür sanat ve etkileşim merkezi olarak, uzun yıllar hizmet veren Kitap Evi, şimdi butik hizmet veren, özel tesis statüsünde işletilen bir otel olarak karşımızda. 9 ayda Mimar Melda Olcayto tarafından restore edilen Kitap Evi Otel, konaklayacağınız bir yerden öte, güzel anılarla ayrılacağınız bir ev gibi. Burada Bursa'yı yeniden fark edebilirsiniz.

KONFORUM 
Dekorasyon ve Mimarlık Dergisi
Yıl:3 - Sayı:15 - Sayfa:40,41,42,43
Paylas

1 Şubat 2015 Pazar

Bursa’da Bir Fransız Kadın Girişimci: Madam Brotte

On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında gerçekleşen serbest ticaret, mal-mülk edinme, yerli tüccar ile yabancı tüccarın eşit haklara sahip olması gibi gelişmeler Avrupalı tüccarı ve sermayedarı Osmanlı coğrafyasında faaliyet göstermeye teşvik edici unsurların başında gelir. Avrupalı sermayedarı Bursa’ya yönlendiren en temel faktör ise ham ipek üretimidir. Bursa’nın ham ipek üretimi açısından, yüzyılın ilk çeyreğinde önemli bir yeri vardır. 1850’lerde Fransa ve İtalya’da ortaya çıkan ipekböceklerinde görülen pebrine (karataban) ve flacherie (baygınlık) hastalıkları, kısa sürede Avrupa’da üretilen koza miktarın dörtte üç oranında düşmesine sebep olmuştur.(1) Bu noktada özellikle Fransa’nın dış kaynaklara yöneldiği görülür ki bu kaynakların en mühimi de Bursa’dır.(2) Fransız sermayedarlarının ve kalifiye elemanlarının desteği ile gelişen bu sanayi, yerli müslim ve gayrimüslim unsurların da katılımı ile yüzyıl sürecinde daha da ilerleyecektir.(3)

Brotte Ailesi
Brotte ailesinin Bursa’ya gelen ilk üyesi Louis Brotte’dur. Louis Brotte, 1825 senesinde Fransa’nın Dròme departmanında(4) doğmuş ve 21 yaşında Bursa’ya gelmiştir. Mösyö Brotte kısa sürede Bursa’da dürüstlüğüyle ün salmış bir fabrikatör olmuştur. Louis Brotte 1869 senesinde Osmanlı yönetimi tarafından yirmi sene süreyle Bursa’daki ipek fabrikalarının en iyisine sahip olduğu, kentte üretim ve ticaretin ilerlemesine katkı sağladığı için altın madalya ile ödüllendirilmiştir.(5) Ayrıca 1875 senesinde Fransız elçisi tarafından Légion d’Honneur nişanı ile de taltif edilmiştir.(6)

Louis Brotte, gelişinden kısa bir süre sonra kardeşi Auguste’ü de Bursa’ya çağırmıştır. Auguste Brotte, Bursa’ya geldikten sonra Louis Brotte’dan ayrı olarak iki filatür fabrikası kurmuştur.(7) Evlenmeden önceki soyadını bilmiyor olsak da 1839 senesinde Lyon’da doğan ve 1860 senesinde filatür fabrikalarına usta başı olarak gelen babası ile beraber Bursa’ya yerleşen Marie, gelişinden kısa bir süre sonra Auguste Brotte ile evlenmiştir.(8) Bu noktada Marie Auguste/Augustine Brotte ile ilgili yapılan hatalı bir tespite de değinmek gerekmektedir. İpekçilik ve tekstil tarihi üzerine yapılan pek çok çalışmada Madam Brotte’un Bursa’ya ipek fabrikalarında çalışmak üzere kadın ustabaşı olarak geldiği ortak kabul gören bir bilgidir.Araştırmacıların bu bilgiyi temel almalarının sebebi ise Donald Quataert’in Ottoman Manufacturing In The Age Of The Industrial Revolution isimli çalışmasında Régis Delbeuf’ü referans göstererek, Madam Brotte’un esasen Marie Blach ismi ile ustabaşı olarak Bursa’ya geldiği ve daha sonra M. Brotte isimli filatür fabrikası sahibi biriyle evlenerek, ipekçilik işinde ilerlediklerini ifade etmesidir.(9) Bu noktada Quataert’in, Delbeuf tarafından aktarılan bilgileri doğru değerlendirmediği dikkati çekmektedir. Delbeuf, seyahatnâmesinde Bursa’ya gelen ve yerleşen Fransızları konu aldığı XIII. bölümde, Marie Blache’dan bahsederken, Dròme departmanının Loriol kasabasından 6 Mayıs 1845 tarihinde 32 yaşında dul ve bir çocuklu olarak gelen bir ustabaşı olduğunu bildirmektedir.(10) Delbeuf, Marie Blach’ın Brotte ailesinden herhangi biriyle evlendiğinden seyahatnâmesinde bahsetmemektedir. Madam Brotte’un Marie Blach olmadığı F. Marcosson’ın 1923 senesinde kaleme aldığı makalesinden anlaşılmaktadır.Madam Brotte ile yaptığı görüşmeye makalesinde yer veren Marcosson, Madam Brotte’un Lyon’dan henüz 21 yaşındayken filatür fabrikalarında ustabaşı olarak çalışan babası ile birlikte tam 63 yıl önce Bursa’ya geldiklerinden bahsetmektedir.(11) Bu bağlamda Lyon’lu Marie Auguste/Augustine Brotte ile Loriol’lü Marie Blach’ın aynı kişi olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Bu tespite ek olarak, Madam Brotte’un filatür fabrikalarında ustabaşı olarak burada çalışan kadınlara yeni usulleri öğrettiği bilgisi de hatalıdır. Madam Brotte’un ipekçilik sektörü ile tek bağlantısı eşi dolayısıyladır ki kendisinin filatür fabrikalarında çalıştığına dair hiçbir bilgiye rastlanmamıştır.
Madam Brotte’un ticari alanda gösterdiği tek faaliyet otel işletmeciliğidir. Auguste Brotte 1880 senesinde arkasında büyük miktarda borç bırakarak vefat etmiştir. Madam Brotte, eşinin borçlarını ödeyebilmek için iki filatür fabrikasını satışa çıkarmak mecburiyetinde kalmıştır. Fabrikaların satışından elde ettiği para ile kocasının tüm borçlarını ödeyen Madam Brotte, iki çocuğu ile geçinebileceği herhangi bir geliri olmadığından evini otele çevirmeye karar vermiştir. Mösyö Brotte ile Madam Brotte’un eski arkadaşları, bir kadının otel işletmesine çok şaşırmış ve bu durumu eleştirmişlerdir. Delbeuf, Madam Brotte’dan dinlediği anıları bu şekilde aktarmaktadır. Madam Brotte bunun üzerine bir kadın ve anne olarak onurunu kaybetmeden bu işi yapmayı başardığını ve her geçen gün daha da başarılı olduğunu eklemiştir.(12)

1906’da Bursa’ya gelen Delbeuf, Hotel d’Anatolie’nin çeyrek yüzyıldır açık olduğunu ve Bursa’da bir efsane olduğundan bahsetmektedir.

Hotel d’Anatolie, bugün Altıparmak caddesi üzerinde Seyyîd Usûl Dergâhı ile paralel bir noktada bulunuyordu. İki katlı, ahşap ve geniş bahçesi olan otel 1882 senesinde kurulmuş ve kısa bir süre sonra Bursa’da bulunan diğer oteller arasında hizmette ve konforda fark yaratarak, tercih edilme hususunda birinci sırayı almıştır.

Seyahatnâmelerde Hotel d’Anatolie ismine ilk olarak Karl Humann ve Otto Puchstein’ın Reisen in Kleinasien
und Nordsyrien isimli eserinde rastlamaktayız.(13) 1899 senesinde Bursa’ya gelen Vasil Kınçov, yol arkadaşı Hacı Filipi’nin tavsiyesi ile Hotel d’Anatolie’de konaklamıştır. Kınçov, çok az bir para karşılığında epey iyi bir hizmet aldığından memnuniyetle bahsetmektedir.(14) 1902 senesi Paris baskısı Collection Des Guides Joanne isimli gezi rehberinde, rehberi hazırlayan kişiye İstanbul’da karşılaştığı Fransızlar tarafından Hotel d’Anatolie’nin tavsiye edildiğinden bahsedilmektedir. Ziyaret sezonu olduğu için geziyi gerçekleştiren kişi, telgrafla Hotel d’Anatolie’dan rezervasyon yaptırmıştır.(15) Aynı rehberin reklamlar bölümünde geçen Hotel d’Anatolie tanıtımında ise şu ifadeler kullanılmaktadır: Madam Brotte’a ait kale dibinde, kaplıca yolunda Hotel Anatolia: son derece temiz, geniş bahçeli, iyi Fransız yemekleri ve kaliteli şarapları olan bir otel. Günlük ücreti 15 frank, uzun kalımlarda daha uygun fiyat sunabiliyorlar.(16) Régis Delbeuf, Avrupalıların Hotel d’Anatolie’yi tercih etmelerinin sebebinin iyi yemek, temizlik ve iyi uykunun aynı çatı altında bulunması olduğunu ifade etmektedir. Orada konaklayan herkesin de dediği gibi Türk misafirperverliği, Fransız şıklığı, İngiliz konforu ve Ermeni temizliği bu otelde bulunabilmektedir.(17)


Hotel d’Anatolie’nin çok özel misafirleri ağırladığını söyleyen Delbeuf, açıldığı ilk günden beri tutulan bir ziyaretçi defterinden bahsetmekte ve bu defterden alıntılar yapmaktadır. Defterin ilk sayfasında General İgnatyev(18) ve Mösyö Onou’nun 1882 tarihli imzaları bulunmaktadır. Bu defterde 1982’den 1906’ya kadar birçok ilginç imza bulunmaktadır. 6 Temmuz 1897 tarihli Comtesse de Pierrefonds takma adı ile imzalanan notun İmparatoriçe Eugénie’ye(19) ait olduğu herkes tarafından biliniyordu. Pierre Loti bu otelde hiç kalmamasına rağmen, deftere yazmakta ısrarcı olmuştur: “Madam Brotte Oteli’nde kalmadığıma çok pişman oldum 30 Mayıs 1894” Pierre Loti’ye ait notun hemen altında Madam Marie Anne de Bovet’ye ait şu not göze çarpıyor: “Pierre Loti’den daha şanslıyım, burada kaldım ve yine kalmayı umuyorum.”(20) Bu defterde pek çok not bulunmaktadır ve bunların bazıları şiir, bazıları düzyazı, bazıları ciddi ve bazıları da esprilidir. Zinaïda Chischine’ye ait 7 Mayıs 1902 tarihli nota göre Bursa’yı gördükten sonra başka bir şehirde yaşayabilmenin sırrı, Bursa’yı unutmaktır. Hemen altındaki nota göre Doğu’nun üç incisi Bursa, Eyüp ve İstanbul’dur. Nicolas Drouginine’e göre Rusya’da ve Batı’daki diğer şehirlerde sadece gürültü varken, Bursa’da huzur ve sakinlik bulunmaktadır. 28 Nisan 1908 tarihli isimsiz bir notta, Hotel d’Anatolie’nin bahçesinin ağaçlar, çiçekler ve düzenlemesiyle Fransa’yı anımsattığı ifade edilmektedir.

Bu defterde otele ait eksikliklerin de belirtildiği görülmektedir. İsimsiz iki nottan birinde otelde terlik bulunmamasından, ikincisinde ise yemek ve ağırlamadan başka hiçbir şeyin güzel olmadığından bahsedilmektedir.(21)
1907 senesinde Bursa’ya gelen Richard Davey, pek çok seyyahın taşralı bir Fransız hanımefendi tarafından işletilen Hotel d’Anatolie’yi tercih ettiğinden bahsetmektedir ve kendisi de konaklamak için burayı tercih etmiştir.(22)

Bursa Sergisi için 12 Temmuz 1909’da şehre gelen Petır Daskalov Hotel d’Anatolie ve Madam Brotte hakkında şu bilgileri vermektedir: Dr. Çernev ve Eski Zağaralılarla beraber indirdiğimiz Hotel d’Anatolie’de anında küçük bir Bulgar kolonisi oluştu. Bütün Avrupalıların konakladığı bu otel kentin en iyisi olarak biliniyor. Elli iki yıldır Bursa’da yaşayan Fransız asıllı sahibi Madam Brotte özenle hazırlanmış ve kestane renginde bir peruk takıyor. “Ben başka zaman da otelimde Bulgar ağırlamışımdır” diye başladı neşeli sesiyle Brotte nine (sakın ona nine dediğimi duymasın!) Buraya bir zamanlar İstanbul Bulgar Elçisi Bay Dimitrov da geldi, konuk defterinde adı yazılıdır.” Sonra otelin sadece seçkin konuklar ve özel kişiler tarafından ziyaret edildiğiyle övünmek için, anında bir dizi ünlü kişinin adını saymaya başladı. En sonunda gururla (Resneli) Niyazi Bey’in de birkaç ay önce buraya geldiğinde bu otelde kaldığını vurguladı. Otelin önünde olmazsa olmaz bir teras var, bunun altında da sokağa kadar uzayan bahçesi yer alıyor. Buradan bu kavurucu sıcakta yeşillikler arasında kaybolmuş Bursa Ovası’nın manzarası, bugüne dek tanık olduğum görüntüler arasında eşsizdir.(23)

1909 Bursa Sergisi’ne gelen Sultan Mehmed Reşad’da Mudanya’dan Bursa’ya geldikten sonra bir süre Hotel d’Anatolie’de dinlenmiştir.(24) Alfred Phillippson, Reisen und Froschungen im Westlichen Kleinasien isimli eserinin 3. cildinde, Hotel d’Anatolie’de kaldığından bahsettikten sonra, otelin Bursa’da nerede konumlandığını gösteren bir planı da eklemiştir.(25)

Birinci Dünya Savaşı sürecinde, Bursa’ya gelen İngiliz generallerinin de Hotel d’Anatolie’de ağırlandıkları bilinmektedir. 17 Mayıs 1916 tarihli bir telgrafta, Dâhiliye Nezâreti tarafından İngiliz generaller için talep edilen otel odalarının hazırlandığı bildirilmektedir.(26)

“Bu basit odalı, iddiasız ve temiz otelde güzel bir akşam geçirdikten sonra ertesi sabah otelin verandasında temiz hava eşliğinde havuzdan akan suyun sesini dinledik ve çiçeklerin hoş kokularını burnumuza çektik.” ifadelerini kullanan Walter A.Hawley 1918 senesinde gerçekleştirdiği Bursa seyahatinde Hotel d’Anatolie’de konaklamıştır.(27)

The Saturday Evening Post dergisi yazarı olan Isaac F. Marcosson, 1923 senesinde Mustafa Kemal Paşa’yı görmek için geldiği Türkiye’de Bursa’ya da uğramıştır. Bursa’da bulunduğu sürece Hotel d’Anatolie’de konaklayan Marcosson, makalesinde Madam Brotte ile yaptığı sohbetten ve otelin Anadolu’nun en ünlü kuruluşlarından biri olduğundan söz etmektedir. Hala Fransız köylülerinin beyaz kepini takan Madam Brotte’un uzun yıllardır Bursa’da yaşaması sebebiyle Fransızcasına Türkçe kelimeler karıştırdığını belirten yazar, içki yasağı sebebiyle otel sahibesinin çok üzgün olduğundan da bahsetmektedir.(28)

Hotel d’Anatolie, Cumhuriyet döneminde de hizmet vermeye devam etmiştir. 12 Mart 1928 tarihli The Niagara Falls Gazette ve 18 Mart 1928 tarihli Corning New York Evening Leader gazetelerinde yayınlanan haberlerde Madam Auguste Brotte’un iki oğlunun Dünya Savaşı esnasında öldüğünü, kendisinin de çok yaşlı ve hasta olduğunu, ayrıca memleketi Fransa’da ölmek istediğini, bu sebeple de otelini satarak ülkesine geri döneceğinden bahsedilmektedir.(29) Madam Brotte, otelini Uluca Kardeşlere devretmiştir. Madam Brotte’un Fransa’nın Nice şehrinde ölmüş olması gazete haberlerini de doğrulamaktadır.(30)

Uluca kardeşlerin idâresinde Anadolu Otel olarak işletilen yapı, daha sonra Turing Hotel adını almış ve Altıparmak Caddesi boyunca apartmanlaşmanın başladığı dönemlerde yıkılmıştır.
Kaynak: İsmail Yaşayanlar
Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi

notlar:
(1) Çiftçi, Cafer, “Hudâvendigar Vilâyetinde İpekböcekçiliğinin Canlandırılmasında Düyûn-i Umûmiyye
İdâresi’nin Rolü”, Belleten, C. LXXVI, S. 277, 2012, s.912.
(2) Dörtok-Abacı, Zeynep, “Bursa’daki Yabancı Konsolosluklar (19. Yüzyıl)”, Osmanlı Modernleşmesi
ve Bursa Sempozyum Kitabı, Ed. Cafer Çiftçi, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yayını, 2009, s.237-238.
(3) Kaygalak, Sevilay, Kapitalizmin Taşrası 16. Yüzyıldan 19. Yüzyıla Bursa’da Toplumsal Süreçler ve
Mekansal Değişim, İstanbul: İletişim Yayınları, 2008, s.140.
(4) Fransa idâri taksimatında, ilden daha büyük birimlere verilen isim.
(5) Dörtok-Abacı, Zeynep, Modernleşme Sürecinde Bursa Kenti’nin Mekansal ve Sosyal Değişimi(1860-1910) [Yayınlanmamış Doktora Tezi], Bursa: Uludağ Üniversitesi, 2005, s.65.
(6) Delbeuf, Régis, De Constantinople A Brousse Et a Nicée, Constantinople: 1906, s.167-168.
(7) Age., s.202.
(8) Marcosson, Isaac F., “Kemal Pasha”, The Saturday Evening Post, 20 October 1923, [sayfa bilgisi
bulunmamaktadır]
(9) Quataert, Donald, Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü, Çev.Tansel Güney, İstanbul:
İletişim Yayınları, 2008, s.228.
(10) Delbeuf, age., s.173.
(11) Marcosson, agm., [sayfa bilgisi bulunmamaktadır]
(12) Delbeuf, age., s.202.
(13) Humann, Karl ve Puchstein, Otto, Reisen in Kleinasien und Nordsyrien, Berlin: Verlag von Dietrich Reimer, 1890, s.7.
(14) Kınçov, Vasil, Bulgar Gözüyle Bursa, Haz.Hüseyin Mevsim, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2009, s.75.
(15) De Paris A Constantinople, Collection Des Guides Joanne, Paris: Librairie Hachette, 1902, s.377.
(16) Age., s.406.
(17) Delbeuf, age., s.203.
(18) Rusya’nın Osmanlı Büyükelçisi General Nikolay Pavlovich İgnatyev.
(19) İmparatoriçe Eugénie, Fransa kralı Napoleon III.’ün eşidir ve aslen İspanyol’dur. 1869 senesinde İstanbul’a gerçekleştirdiği ziyaretinde Sultan Abdülaziz ile ilişki yaşadığına dair pek çok söylenti olmuştur. İspanya’da Cervantes Enstitüsü müdürü Pablo Martin Asuero tarafından yayınlanan Mavi Sütunlu Saray isimli kitapta bu ilişki doğrulanmıştır.
Bkz. Asuero, Pablo Martin, Mavi Sütunlu Saray, 
Çev. Yıldız Ersoy Canpolat, Ankara: Dost Kitabevi, 2004.
(20) Delbeuf, age., s.204-205.
(21) Age., s.208-209.
(22) Davey, Richard, The Sultan and His Subjects, London: Chatte and Windus, 1907, s.417.
(23) Daskalov, Petır, Bulgar Gözüyle Bursa, Haz.Hüseyin Mevsim, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2009, s.101.
(24) Dostoğlu, Neslihan, Osmanlı Döneminde Bursa - 19. Yüzyıl Ortalarından 20. Yüzyıla Bursa Fotoğrafları,
Antalya: AKMED Yayınları, 2001, 
s.458.
(25) Phillippson, Alfred, Reisen und Froschungen im Westlichen Kleinasien, Vol. III, Gotha: Justus Perthes, 1913, s.70.
(26) BOA., DH.ŞFR. 520/20, 04 Mayıs 1332
(27) Hawley, Walter A., Asia Minor, London: John Lane The Bodley Head, 1918, s.39-40.
(28) Marcosson, agm., [Sayfa Bilgisi Bulunmamaktadır]
(29) The Niagara Falls Gazette, 12 March 1928, p. 3. ; Corning New York Evening Leader, 18 March, 1928, p.4
(30) Dörtok-Abacı, Modernleşme Sürecinde Bursa..., s.63
 
Kitap Evi Otel @KitapEviOtel Kitap Evi Otel
Kitap Evi Otel Kitap Evi Otel